26 Eylül 2016 Pazartesi

Eylül Güncesi

 Bu yıl eylül pek bir keyifsiz geçiyor benim için. En sevmediğin özelliğin ne diye sorsalar, alışveriş yapamamak diye cevap verirdim. Alışveriş yapmaya istekli olmamak değil de, çok istekli olup bir türlü bir şey beğenememek işte. Özellikle mevsim geçişlerinde bu sıkıntı daha da belirginleşiyor. 

Bütün ay hep bir şeyler yazmak isteyip, birkaç kelimeden sonra erteledim. 2016'yı nasıl geçirdiğimle ilgilendim. 2016 eylül ayına kadar kaybederek kazandığım bir yıl oldu. Aslında kayıplar bazen çok zaman sonra hayatınızda bir artı olarak yer alabiliyor. 
Yapamadığımı düşündüğüm bir kaç şeyi geç olmadan yapmak için planlar yaptım. Kozmetik olarak da güzel bir etkinliğe katıldım. Bitirme projesi. Elimde bulunan memnun olduğum fakat yine de -işte bu tam beni yansıtıyor-diyemediğim birkaç ürünü kenara atmak yerine yıl sonuna kadar bitirmeyi ve yerlerine daha az ama öz olacak şekilde ürün almayı hedefliyorum. Yazı düzenimde kozmetik, başlangıçta bahsetmek istediğim bir konu değildi:) Yine de bitirmek istediğim ürünlere kısaca bir göz atacak olursam,


ürünlerin büyük kısmı hedeflediğim gibi bitmezse çöpe atacaklarım arasında olacak. Bu konuda daha disiplinli olmak için seçtiğim ürünlerin hepsini bir sepete yerleştirip, her gün kullanmak üzere dolabımın üst rafına koydum. Seçtiklerim haricinde olan ürünleri çekmeceye koydum. Böylece günlük olarak ihtiyacım olduğunda elime geçeni değil,bitirmek istediklerimi kullanacağım.
Bitirme etkinliği için bana ilham veren ve davet eden sihirlimavi'ye çok teşekkür ediyorum. :) 

Uzun zaman sonra etkilendiğim bir film,The Tiger; An Older Hunter's Tale.
Dağın Tanrısı ismi verilen bir kaplana, insana özgü özellikler verilerek etkileyici hale getirilmiş. Biraz uzun ama mutlaka izlenmeli dediğim bir film.


İsminden pek hoşlanmasam da, okunabilir dediğim kitaplardan biri. Klişe bir kişisel gelişim kitabı değil demek mümkün. İyi olmasını istiyorsanız farkındalığınız artmalı, hatalarınızın farkına varıp kendinizle doğru konuşmayı öğrenmelisiniz. İyi beslenmeli ve meditasyon yapmalısınız diye seslenen nadir kitaplardan biri. Pozitif düşünürsen pozitif olur demek yerine zihinsel çekim yasasını kendince tanımlamış. Tamamı uygulanabilir olmasa da çoğunluğu uygulanabilir ve motive edici diyebilirim. Goodreads'te dolaşırken rastlamıştım. 

  
Bir sonraki yazı için favori sonbahar ojelerimi düzenliyorum. Güzel fotoğraflar hazırlayabilirsem, havalar soğuduğunda kullanmayı sevdiğim ojelerimle burada olacağım. Görüşmek üzere! 
^^

1 Eylül 2016 Perşembe

Bu kadar satın almak zorunda mıyız gerçekten?

Merhaba.
Kozmetik üzerinde yazmaya başlamadan önce sık sık blog yazılarına, incelemelere göz atıyordum. Sanıyorum ki yaşımın daha genç olması üniversiteye yeni başladığım zamanlarda vaktimin bol olması, kişisel bakım ürünlerine karşı olan zaafım dolayısıyla kozmetik üzerine yazmaya başladım. Nasıl bir düşünce yapısına sahipmişim ki,blog yazmanın beni daha bilinçli biri yapacağına inanmıştım.Yazmaya başladıktan sonra vaktimin büyük kısmını buna ayırdım. Çoğunlukla okuduğum ve gördüğüm şeyler oje, ruj, allık oldu. Aslında bunları gruplarsak toplamda on adet  ürün sayabilirim. Kalem, ruj, oje, allık, fondöten, aydınlatıcı, temizleyici, nemlendirici, tonik vs. Hepsinden bir adet olması bile ihtiyaç değilken zamanla her gruptan birden fazla hatta bitmeyecek kadar çok ürüne sahip olduğumun farkına vardım. Alışverişe çıktığımda ''sadece inceleyeceğim'' düşüncesi bile evdekileri düşündüğümde rahatsız edici olmaya başladı. Onlara sahip olmak için vazgeçtiklerimi düşündüm. Bana sorarsanız ne kadar çok alım gücüne sahip olursanız olun, her seçim bir vazgeçiştir. Eğer çok paranız varsa pahalı bir rujun yanında pahalı bir de far paleti alabilirsiniz Fakat bunları almak için harcadığınız zamanı uyuyarak veya yüzerek de harcayabilirsiniz. 
Tıpkı şu anda bu yazıya harcadığım zamanı başka şekilde değerlendirebileceğim gibi. 
Hissettiğim rahatsızlık, kozmetik üzerine yazılar yazarken de artıyordu. Özellikle ülkenin ve dünyanın gündeminde yer alan insanların acı çektiği görüntüler her geçen gün katlanarak devam ettikçe. 
Dedim ki, kendime başka bir hobi edinmeliyim. Başka seçeneklerim var. Hayatta yapılacak daha o kadar şey varken burda durup kozmetik üzerine yazıyorum. Tüm ürünleri tek tek mercek altına alıyorum ve buna ciddi bir zaman harcıyorum. Bu beni daha çok alışveriş, daha çok merak daha fazla ürün almaya yöneltmekten başka bir şey yapmıyor. Sürekli yeni bir şeyler almanın, daha fazlasına sahip olmanın mutluluk getirmediğini düşünüyorum. "Şu yeni çıkmış bunu al, kokusunu çok beğendim, bu x ithal markasının, çok övüyorlar, filanca bloggerda da vardı, bu şunun muadiliymiş" sonuç ise kullanmaya sıra gelmeyen değersizleşmiş ürünler, ağzına kadar dolu çekmeceler. 
Alışverişin mutlulukla kesin bir ilişkisi var, ilgisi yok demiyorum :) Fakat bu dereceye gelmesine sebep olan şey nedir, hayatımızdaki hangi mutsuzluk bizi buna itiyor?

Kusursuz görünme ihtiyacı konusunda sosyal medyanın etkisi reddedilemez. Daha acımasız olan ise kendimize yönelttiğimiz eleştiriler. Son dönemde herkesin büyük dudaklara sahip olmak zorunda olduğu gibi bir algı var. Bloggerların bile bu konuda acımasız yazı ve yayınlar yaptığını düşünürsek bu yüzden suçlayacak tek bir kişi olmadığını düşünüyorum. 
Aslında bunlar yalnızca okunma kaygısı duyan sıradan insanların diğerlerinin zaaflarını basamak olarak kullanıp kendini yukarıya taşımaya çalışmasından başka bir şey değil. "Ben yöntemi biliyorum, beni takip et. İçinde bulunduğun durumu anlıyorum, daha büyük dudaklara sahip olmanın sırrı bende!"
Tıpkı kozmetik firmalarının sıradan bir dudak boyasının satışlarını yükseltme kaygısı duyduğu için, bu zaafımızı kullanması gibi.
Kusursuz görünmek,  kusursuz hatlara sahip olmak,  kusursuz bir cilde sahip olmak zorunda değiliz.  Bir başkasının bizi kusursuz olmadığımız için eleştirmesi,  muhtemelen özgüven eksikliğini bize üstünlük sağlayarak,  beğenmeyerek kapatmaya çalışmasından başka bir şey değil. Bana kalırsa o insanlardan uzak durmalı.  Kusursuz olmak için gereken güya yöntemleri öğreten saçmalıklarla dolu yazıları okumak da bence büyük zaman kaybı.
Kendimi iyi hissetmemi sağlayan insanlarla olmalıyım.
Öncelikle basit, ucuz propogandalarla insanların mükemmel olması gerektiğine inandırıp ardından işte şöyle mükemmel olunur saçmalığıyla kontur gibi kat kat hatta kat kat kat boya teknikleri öğretilmeye başlandı. Kontur paletleri havada uçuyor. Sabahları evden çıkarken herkes daha ince bir burun daha hoş elmacık kemikleri, daha iri dudaklara sahip. Eve döndükten sonra muhtemelen diğer insanların neden oldukları gibi görünmediğinden yakınıyorlardır. Bence kesinlikle makyajın sosyal ilişkilerimizdeki yerinin ayırdına varabilmeliyiz. Sosyal ilişkilerimizdeki bir zayıflık mı bizi buna yöneltiyor?
Burada kozmetik konusundan biraz ayrılarak kozmetik bloggerlarına burnumu sokmak istiyorum. Nitelikli bloggerlar kesinlikle var. Bir de bu nitelikli bloggerların ne yazık ki gölgeleri var. Kendini olduğundan çok daha farklı gösteren bazen okumadığı kitabı ordan burdan bulduğu alıntı sözlerle okumuş algısı yaratmaya, spor yapmadığı her halinden belli olduğu halde yine belirsiz kaynaklardan alıntıladığı teknik ve yöntemler hakkında yazarak aslı olmayan entellektüel birikimlerini sergilemeye çalışan insanların varlığına dikkat çekmek istiyorum. Gerçek hayatta hak ettiğini düşündüğü ya da beklediği ilgiyi görememiş kişiler burada ne yazık ki insanları yönlendirmeye nihayetinde duygusal eksikliğini gidermeye çalışıyor. Okunan bloggerlar konusunda seçici olmalı. Arama motorunda çıkan rastgele yazıları okuyarak sizi yönlendirmelerine izin vermeyin. Kriterleriniz olsun, eleyin.
Özellikle son günlerde kendisine sponsor edinmek amaçlı blog yazan insanlar çoğalmışken.

Firmaların, işletmelerin satış kaygısını anlayabiliyorum. Fakat geldiğimiz nokta bana pek sağlıklı görünmüyor. Yerli markaların kendini geliştirmesini teşvik etmek yerine bugüne kadar ülkemizde satışı olmayan ürünleri getirmek. Boya işte nesi farklı olabilir ki? Sleek ülkemize gelene kadar kimsenin likit mat ruju, aydınlatıcısı yok muydu.  Çoğumuz ne yazık ki bende var, ilk ben aldım bak işte bu da ülkemizde olmayan bir marka cümlesinin gücünü kullanmayı seviyoruz. -Rujun hangi marka?  -Ülkemizde olmayan x markası.
Halbuki hepsi aynı işte, dudağa ya da elmacık kemiklerine renk vermeye yarayan bir malzeme.

Bence satın alırken bu parayı buna vermek yerine daha güzel nereye harcayabilirdim diye düşünmeli.
Kendi renginizi bulun, bir başkasında güzel durduğu için o ruja ya da allığa sahip olmak zorunda değilsiniz. Daha çok, kat kat makyaj yapmak kısa zamanda güzel hissetmenizi sağlasa da uzun vadede cildinizi kesinlikle yıpratacaktır. Yüzlerce muadil almak yerine bir kez hakkıyla orjinalini almak hem daha mantıklı, hem de tasarruf etmenizi sağlar.

Plastiklerin okyanus ülkelerinde sebep olduğu tahribattan haberiniz var mı? Kullandıktan sonra çöpe attığımız plastıik şampuan ya da duş jeli ambalajlarının daha sonra nerelere gittiğini hiç düşündünüz mü?
Bir ceviz büyüklüğünden fazla şampuan, duş jeli, kimyasal temizleyici kullandıktan sonra cildimizden arındırmak için tonlarca suya ihtiyacımız olduğunu biliyor muydunuz..
Bununla ilgili kısa bir video bırakmak istiyorum. Şurada

Peki, ben elimde bulunanları azaltmak kendimi çoğaltmak için neler yaptım,
aylar önce hayatı sadeleştimek için, kitabına denk geldim. Bu kitabın verdiği motive ile yeni düzen kurmaya başladım.  Minimalleşmeye yardımcı ve yöntem öğretebilecek sınırlı sayıda kitap var ve bence iyilerden bir tanesi de bu kitap. Tabii yazarının bir japon olduğuna Japonyanın nüfusuna ve yoğun nüfus dolayısıyla katlanmak zorunda oldukları yaşam stillerini hatırlamakta fayda olabilir. Bazı aşırılıklar söz konusu diyebiliriz.
Bunlara rağmen bana çok şey öğretti ve motive oldum. Atmaya başladım. Bu yolculuk için acele etmedim. Kitabı okuduktan sonra dört ay boyunca azaltmaya devam ettim. Şimdilerde bunu korumaya çalışıyorum.
Freeganizmden ilham aldım. Freeganizm çöp karıştırarak, henüz eskimemiş bozulmamış olduğu halde çöpe atılan paketli yiyecek veya eşyaları kullanarak yaşamını devam ettiren satın almaya karşı tepki olarak doğmuş bir akım. Bayatlamış ama henüz küflenmemiş ekmeği nedense hiç düşünmeden çöpe gönderebiliyoruz. Dünyanın çok uzak bir yerinde o ekmek için göz yaşı döken insanlar varken. Bazen düşünmemek için o da çalışsaydı ve ekmeği hak etseydi diye düşünürüz, ne yazık ki dünyadaki sistem bizden daha acımasız.
Biraz iktisadi bilgisi olan herkes dünyanın bir kısımın doyması için diğer kısımın aç kalabileceğine inanan bir sistemin merkezinde olduğumuzu muhtemelen biliyordur. O ekmeğin dünyanın çok uzak bir yerinde göz yaşı dökülmesine neden olmasının sebebi belki de bu olabilir. İhtiyacım kadarını alıyorum, ihtiyacım olmayanı ihtiyaç sahibi bir başkasına ulaştırıyorum. Freeganizm bize bu şekilde ilham verebilir bence.
Hayatı ve kendimi seviyorum.
Günümüzün büyük bir bölümünü geçirdiğimiz iş yerimizin, sonuç olarak bize para kazandırmasını ve bu paranın alım gücü olarak sembolleşmesini geri kalan zamanda satın alarak ve satın aldıklarımızla meşgul olarak değil çok daha kıymetli işler yaparak doldurulmasından yanayım.
İşte benim söyleyeceklerim.
Mutlu günler :)